1. enstrüman çalmanın beyin üzerinde etkileri,
    müzisyenler ellerine enstrümanı her ellerine aldıklarında beyinlerinde havai fişeklerin patladığını biliyor muydunuz? müziği okurken, kesin ve çalışılmış hareketleri yaparken dışarıdan sakin ve odaklanmış gözükebilirler. ama beyinlerinin içinde bir parti dönmektedir. bunu nasıl mı biliyoruz. son 20-30 sene de sinirbilimciler gerçek zamanlı incelemeler ile beynimizin nasıl çalıştığı hakkında dev buluşlar yaptılar.

    bunun için fmri ve pet tarama aletlerini kullandılar. insanlar bu makineye bağlandıklarında okumak veya matematik problemleri çözmek gibi görevlerin her birinin beyinde karşılığı olan bölgeleri ve bunların o andaki etkinliklerini gözlediler. araştırmacılar, katılımcılara müzik dinletince havai fişekler gördüler. beyinlerin bir çok noktası aynı anda parlıyordu. beyin, sesi işleyip melodi ve ritim gibi parçalara ayırdıktan sonra hepsini bir araya getirerek birleşik bir müzik deneyimi oluşturuyordu. ve beynimiz bütün bu işi , müziği ilk duyduğu anda ayağımız tempo tutuncaya kadar kısa sürede yapıyordu.

    fakat bilimadamları müzik dinleyenlerden ziyade müzisyenlerin beynini incelemeye başlayınca küçük havai fişekler dev bir şölene döndü.ortaya çıktı ki müzik dinlemek beyni gayet ilginç etkinliklere soksa da enstrüman çalmak beyinde bütün bir vücut egzersizi yapmak ile eşdeğer. sinirbilimciler beynin bir çok alanın parladığını, aynı anda farklı bilgileri karışık, birbiriyle ilgili ve şaşırtıcı derece de hızlı bir seride işlediğini gördüler. ama müzik hakkında beyni böyle aydınlatan şey nedir. bu araştırma hala yeni sayılır ama sinirbilimcilerin gayet iyi bir fikri var.

    enstrüman çalmak beynin hemen hemen tüm bölümlerini aynı anda meşgul ediyor, özellikle de görsel, işitsel ve motor korteksini. ve başka herhangi bir eksersiz gibi enstrüman çalmaya disiplinli ve planlı çalışma, bu beynin işlevlerini güçlendiriyor, ve bu güce başka aktivitelerde başvurmamızı sağlıyor.müzik dinlemek ve enstrüman çalmak arasındaki en büyük fark, ikincisinin beynin iki yarımküresi tarafından da kontrol edilen ince hareket becerilerine ihtiyaç duymasıdır. aynı zamanda sol beyinin daha ilişkili olduğu sözel ve matematiksel keskinlik ile sağ beynin öne çıktığı yenilikçi ve yaratıcı içeriği birleştirir. bu sebeplerden, enstrüman çalmanın beyindeki carpus callosum bölümünün, yani iki yarım küre arasındaki köprünün hacmini ve etkinliğini arttırdığı görülmüştür. böylece beyindeki mesajlar daha hızlı ve daha çeşitli yollardan iletilebilir. bu, müzisyenlerin hem akademik hem sosyal ortamlarda sorunlara daha etkili ve yaratıcı çözümler getirmesini sağlar. müzik yapmak, duygusal içeriğini ve mesajını, üretmeyi ve anlamayı da kapsadığı için, müzisyenlerin genelde daha yüksek sevilerde yürütme işlevi vardır. yani planlamayı, strateji üretmeyi, detaylara dikkati içerirken aynı anda kavramsal ve duygusal alanları analiz etmeyi gerektiren birbiriyle bağlantılı göreler kategorisi. bu becerinin aynı zamanda hafızamızın çalışma sistemine de etkisi vardır. ve gerçekten de, müzisyenler daha hızlı efektif hatırlayarak, saklayarak gelişmiş hafıza becerisi gösterirler. çalışmalar, müzisyenlerin yüksek derece de bağlantılı beyinlerini her bir anıya birden çok etiket vererek kullandığını bulmuştur. örneğin, kavramsal bir etiket, duygusal bir etiket, işitsel bir etiket ve bağlamsal bir etiket. adeta iyi bir arama motoru gibi. peki bütün bu faydaların örneğin spor yapmak yada resim yapmak yerine sadece müziğe özel olduğunu nasıl biliyoruz. ya da müziğe yeni başlayan insanlar zaten en başından akıllı olabilir mi.
    sinirbiliciler bu konuları da araştırdılar, fakat şimdiye kadar bulduklarına göre bir müzik aletini çalmayı öğrenmenin sanatsal ve estetiksel alanları diğer bütün etkinliklerden farklı, diğer sanat dalları da dahil. ve aynı seviye de kavramsal beceri ve sinirsel işlem gösteren katılımcılar arasından yapılan rastgele çalışmaya göre, bir müzik öğrenimi görmüş olanlar diğerlerine nazaran birden çok beyin bölgesinde gelişme gösterdiler.
    enstrüman çalmanın zihinsel yararları hakkında yapılan bu yakın tarihli araştırma zihinsel işlemler hakkındaki anlayışımızı geliştirerek beynimşzdeki harika orkestrayı yaratan iç ritimleri ve karmaşık etkileşimi ortaya çıkardı.
  2. araştırmacılar geçtiğimiz günlerde yarıçapı yalnızca 700 kilometre olan cüce bir gezegenin de devasa bir eliptik yörüngede bizim güneş sistemimiz dahilinde dönmekte olduğunu fark ettikleri bir cüce gezegeni keşfettiler. güneş sisteminin en uzak noktalarına kadar giden bu cüceye 2015 rr245 adı verildi.
    bu tip ekstrem yörüngeleri de bünyesinde bulunduran samanyolu galaksisi yeni bir araştırmaya göre, kendi ağırlığı yüzünden bükülmüş bir yapıya sahip olabilir.
    bizim samanyolu galaksimiz de dahil olmak üzere birçok disk galaksi, merkezinde bir şişlik bulundurmaktadır. bu şişlik veya kabartı yapıları, dairesel yıldız yörüngelerinin uzamaya ve eliptik bir yapı kazanmaya başlaması yüzünden, merkezden geçen ve disk yapısının dışına doğru titreşimler oluşturan bir yıldızlar kümesi oluşması dolayısıyla oluşmuş olabilir. bu tip bir kombine etki, etkiden hemen önce düzlemsel bir yapıya sahip olan bir galaksinin devasa baskının altında bükülmesine veya bükülmüş görünmesine sebep olabilmektedir.

    ancak bu noktada bir problem var, henüz böyle bir bükülmeyi olurken gözlemlemedik. süreç yapılan hesapsal tahminlere göre birkaç yüz milyon yıl sürüyor ve doğal olarak gerçekleşirken gözlemleyememiş olmamız bir sürpriz değil. ne var ki, bu eksiklik teorinin doğrulanmasını çok da zorlaştırmıyor.

    almanya garching’deki max planck institute for extraterrestrial physics’den peter erwin; tüm olayın başta sona gerçekleşmesini beklemenin bir miktar sıkıcı olabileceğini belirtiyor ve preston, ingiltere’deki university of central lancashire’dan victor debattista ile birlikte tespit ettikleri henüz bükülme evresinin ortalarında olan iki farklı galaksiyi gözlemlemiş olmalarına dayanarak; samanyolu galaksisinin milyarlarca yıl önce bu galaksilere benzer bir görüntüye sahip olduğunu ekliyor.
    bir anlamda bükülme sürecinin benzeşimini gösteren simülasyonlar üzerinde inceleme yapan araştırmacılar farklı açılardan ve zamandaki farklı noktalardan görüntülerini alarak bu simülasyon galaksilerin bükülme sürecinin ortalarında ve pek de tanıdık olmayan asimetrik yapılara sahip oldukları sonucuna vardı. galaksiler 45 derecelik açı ile bükülmüş oldukça geniş siperli fötr şapkaları andırıyordu.

    akabinde gerçek evreni gözlemleyen araştırmacılar ngc 4569 ve ngc 3227 adlı benzer şekillerdeki iki galaksiyi keşfetti. erwin keşiflerin üzerine, ‘bu tip bir asimetrik görüntünün oluşması için bükülme veya benzeri bir fiziksel sürecin sürmekte olması gerektiğini’ belirtti.

    bu galaktik kabartılara dair alternatif bir açıklamanın da daha basitçe aşamalı biçimde oluşmuş olma durumu olabileceği belirtildi. ancak yapılan hesaplar, böyle aşamalı bir kabartı formasyonunun bir biçimde simetrik olarak devam edeceği ve fötr şapka-benzeri bir yapının asla oluşamayacağını gösteriyor.

    erwin’e göre, iki süreç de evrenin içinde bir yerlerde gerçekleşmiş olabilir. birinin gerçekleşiyor olması diğerinin de şartların uygun olduğu başka bir galakside gerçeklemeyeceği anlamına gelmiyor. araştırmacı ikilinin yaptığı diğer hesap ve gözlemler ise yaklaşık 7 milyar yıl önceki evrende tüm galaksilerin yaklaşık yüzde 40’ının bükülme sürecinin ortasında olması gerektiğini gösteriyor. yakın gelecekte, gittikçe daha iyi tanınmaya başlayan bu yapılardan daha fazla örneğin gözlemlenebileceği ve daha net cevapların elde edilebileceği düşünülüyor.
  3. uzayda vakit geçiren astronotların bedeninde bir dizi değişiklik olduğu biliniyordu. örneğin kasları küçülüyor ve boyları 5 cm kadar uzuyordu. şimdi ise dünyadan uzaklaşmanın bir etkisi daha olduğu netleşti: görüşü bozuyor.

    astronot seçmelerine katılabilmek için 20/20 kusursuz görüşe sahip olmak gerektiği bir mit olsa da (lazerle göz kusurlarını düzelttirenleri de kabul ediyorlar), gözlerin kesinlikle bozuk olmaması gerekiyor. fakat bu koşullar altında seçilen ve uzun süreli uzay uçuşlarında bulunan astronotların %80’i dünyaya miyop olmuş şekilde dönüyorlar. bu durum, özellikle 2030 gibi yakın bir tarihte yapılması planlanan mars uçuşu açısından nasa’yı endişelendiriyor.
    peki bu görme bozukluklarına neden olan şey ne? durumun farkına ilk varan kişi, 2005 yılında uluslararası uzay istasyonu’nda bulunmuş olan john phillips olmuş. yörüngede geçirdiği süre boyunca görüşü giderek kötüleşmiş; fakat görev kontrol ekibine söylemesini gerektirecek kadar da değil. dünyaya döndüğünde doktorlar kendisini genel bir sağlık kontrolüne aldıklarında ise uzayda geçirdiği 6 aylık süre zarfında görüşünün 20/20’den 20/100’e zayıfladığı ortaya çıkmış.

    phillips’in gözlerini ayrıntılı biçimde inceleyen doktorlar, astronotun gözünün yapısının da değiştiğini anlamış. gözlerinin arka bölümleri düzleşerek, retinaları ileri itmişler. çatlağa benzeyen korodiol katlanmalar oluşmuş ve göz sinirleri şişmiş.

    nasa önce bunun münferit bir olay olduğunu düşünse de, buna benzer görme problemlerinden muzdarip olan astronot sayısı araştırıldığında konunun ciddiyeti ortaya çıkmış. artık bu durumun bir adı bile var: görüş yetersizleştiren kafatası basıncı (ing. visual impairment intercranial pressure – viip) sendromu. bu sendromun başlıca nedeninin ise yerçekimsiz ortamda astronotların başında oluşan basınç olduğu düşünülüyor.

    dünya üzerinde iken, yerçekimi vücut sıvılarımızı ayaklarımıza doğru çeker. uzayda ise böyle olmaz ve örneğin scott kelly’nin uzayda geçirdiği 1 yıl boyunca 2 litreye yakın sıvı beyninde toplanmıştır. kafatasındaki tüm bu fazla sıvı, göz kürelerinin arkasına basınç yaparak onları düzleştirir. retinaları ileri doğru iterek, görüşü çarpıtır. en azından bilimciler durumun böyle geliştiğini düşünüyorlar.

    sorun şu ki, bu senaryonun göz düzleştirme kısmı yapılan taramalarla doğrulanabilse de, kafatası içi basıcın ölçülebilmesi, hele ki uzayda, pek mümkün değil. o nedenle sürecin bu olduğu henüz kesinlikle söylenemiyor.

    iyi haber ise gözdeki basıncı düşürecek çeşitli yöntemlerin şimdiden denenmeye başlaması. artık astronotların düzenli olarak, bacaklardan hava emerek yerçekimi varmış gibi hissettiren rus cüce (ing. russian chibis) kostümünü giymeleri isteniyor.
  4. kara delikler uzayda muazzam kütle çekimine sahip yoğun alanlardır. öyle ki ışık bile kara deliğin çekiminden kaçamaz. bu anlamda kara delikler ışık için adeta bir hapishanedir. ne yazık ki bu hapishanenin içinde olanları sıradan fizik ve matematik ile açıklayamıyoruz. belki de bu hapishanelerin mahkumları esaretin bedeli’nde olduğu gibi tünelden kaçıyorlardır, tabii bu durumda tünel dediğimiz aslında bir solucan deliği.

    ispanya valencia üniversitesi ve portekiz lisbon üniversitesi’ndeki bilim insanları solucan deliklerini ve uzay-zaman portallarını kullanarak kara delikler ile ilgili açıklanamayanları azaltmak için yeni bir yol bulmaya çalışıyorlar. araştırmalarının odaklandığı nokta uzay ve zamanın tümüyle durağan olduğu kara deliklerin bükülmüş kısımları.

    çıkış noktaları ise sonsuzluk. eğer kullandığınız bir teori, denklem size sonunda “sonsuz” cevabını veriyorsa bu işte bir sıkıntı olduğunu anlarsınız. çünkü sonsuzluk bir şeylerin sıfır ile bölündüğüne işaret eder ve o teori artık gerçek dünyada mümkün değildir. işte kara deliklerde de böyle bir durum söz konusu. dışarıdan bakan bizler için kara delikler adeta bir sonsuzluk makinesi. teorisyenler ise bu sonsuzluklardan kurtulmak için yeni yollar bulmaya çalışıyorlar.

    bahsedilen sonsuzlukların en kötüsü de kara deliğin merkezinde var olan ve kütle çekiminin uzay ve zamanın şeklini değiştirmesinden kaynaklanan sonsuzluk. uzayda iki nokta arasındaki en kısa doğru jeodezik olarak adlandırılıyor ve ağır şeylerin varlığı jeodeziğin dolayısıyla orayı geçmek için geçmeniz gereken yolun şeklini değiştiriyor. bir kere kara deliğin geri dönüşü olmayan noktasını, yani olay ufkunu geçerseniz artık iki nokta arasındaki uzaklıktan bahsedilemeyecektir. uzay o kadar bükülmüştür ki hangi yönde yürürseniz yürüyün kendinizi yine kütlenin inanılmaz sıkıştığı ve kütleçekimsel kuvvetin sonsuz olduğu kara delik merkezinde bulacaksınız. kütle çekim farklılıklarıyla mücadele ederken gövdeniz merkeze doğru çekilecek ve spagetti gibi olacaksınız. tüm bunların yanında hayatınızı da kaybedeceksiniz.

    bilim insanları solucan deliklerini ekleyerek “spagetti senaryosu”ndan kaçmanın bir yolunu buldular ve sonuçlarını classical and quantum gravity adlı dergide yayımladılar. birtakım çılgın matematiksel yöntemler ile merkeze tek bir nokta yerine küresel bir yüzey koydular. teori diğer yöntemlerde olduğu gibi henüz geliştirilmemiş fizik konseptlerine dayanmıyor. solucan deliği ne kadar elektrik yüküne sahipse o kadar büyüktür diyor yapılan matematiksel işlemler. bu sonuç jeodeziklerin kara deliğin ortasında yok olmadığını atom boyutlarından küçük bir büyüklükte bir yerde tünel açtığını gösteriyor ve daha sonra kendilerini düzelttiğini söylüyor. spagettiye dönüşecek olan gezginimiz ise burgu makarnaya dönmüş oluyor ancak halen ölü bir şekilde.

    peki tüm bunlar ne anlam ifade ediyor?

    kara deliklere gitmeyin.
    eğer giderseniz ölürsünüz.
    ölmekle kalmaz spagetti şeklini alırsınız.
    kaçmaya çalışırsanız ne yöne dönerseniz dönün kendinizi merkezde bulursunuz.
    eğer bilim insanları haklılarsa kendinizi başka bir yerde muhtemelen hala ölü ama spagettiden farklı bir şekilde bulursunuz.
  5. Biz Siyaset Gündemiyle Uğraşırken Bilim Dünyasında Yaşanan 21 Gelişme

    21. Bilim insanları, kendini tamir etme özelliğine sahip bir materyal geliştirdi.
    Bu prototipin geliştirilmesinin, kırılan telefon ekranlarının, araba camlarının kendini tamir etmesi; zarar gören araba boyasının, hatta ojelerin kendini yenilemesi için kullanılabileceği düşünülüyor.

    20. Harvard Üniversitesi genetik bilimcileri, nesli tükenmiş tüylü mamutların DNA'sını, Asya fillerine aktarmayı başardı.
    Bu yöntemin geliştirilmesi, nesli tükenen hayvanların tekrar dünyamıza kazandırılması amacını taşıyor.

    19. Kuzey Buz Denizi'ndeki buzulların, 1975-2012 yılları arasında %65'lik bir kısmı yok oldu. Böyle devam ederse, yüzyılın sonunda tamamı yok olacak.

    18. British Columbia Üniversitesi'nden Dr. Garth Webb, insan gözüne nakli yalnızca sekiz dakikada gerçekleştirilebilen biyonik bir lens icat etti.

    17. Uzay yolculuklarında itici güç olarak elektromanyetizmin kullanılması 15 yıl önce ortaya atılmış bir fikirdi ve fizik kanunlarına karşı koyduğu için imkânsız olduğu düşünülüyordu.
    Ancak bugün, bu gücün kullanılabileceği düşünülüyor ve eğer başarılabilirse uzay yolculuklarında bir devrim yaratabilir. Çünkü bu gücü kullanarak diğer gezegen ve uydulara yapacağımız yolculuklar aşağı yukarı şu kadar vakit alacak:

    Ay: 4 saat, Mars: 70 gün, Plüton: 18 ay, Alfa Centauri: 100 yıl (Bugünkü teknolojimiz ile onbinlerce yıl süreceği biliniyor.)

    16. Harvard Üniversitesi biyomühendisleri, bir sayborg dokusu üretmeyi başardı. Bu dokular, canlı bir organizmaya nakledilerek duyarlı ve işlevsel bir hale getirilebiliyor. Bu teknolojinin geliştirilmesi, ilerde yapay organların geliştirilmesine önayak olabilir gibi görünüyor...

    15. Yeni geliştirilen bir tedavi ile, tamamen felçli olan beş insanda istençli hareketler geliştirildi.Nörolojik bir ilaç olan Buspirone ve yeni geliştirilen bir omurilik tedavisi ile sinir sisteminde uykuda olan bağlantıların tekrar sağlanabildiği ve beş insanda hiçbir uyarım olmadan hareket sağlanabildiği kadedilmiştir.

    14. Stockholm'de bulunan Karolinska Enstitüsü'nden araştırmacılar, sinir hücrelerinin kök hücrelere dönüştürüldüğü noktanın dişlerimiz olduğunu ortaya koydu.

    13. Bilim insanları geçtiğimiz yıl, yeni bir antibiyotik türü olan Teixobactin'in keşfini duyurdu.Teixobactin, pek çok bakteri türünü, bugün kullandığımız antibiyotiklerden çok daha etkili bir biçimde ortadan kaldırma özelliğine sahip.

    12. Gladstone ve Kaliforniya Üniversitesi'nin ortak yürüttüğü bir çalışma ile, denek hayvanlarında cilt hücrelerinin karaciğer hücrelerine dönüştürülmesi başarıyla gerçekleştirildi. Bu yöntemin insanlara uygulanmasının, karaciğer rahatsızlıklarına karşı bir çözüm olabileceği düşünülüyor.

    11. İn vitro fertilizasyon ya da diğer adıyla tüp bebek, artık üç ayrı ebeveynin DNA'sıyla dünyaya getirilebilecek.Bu yolla dünyaya gelen çocuklar, bir babanın, bir annenin ve bir donörün DNA'sına aynı anda sahip olabilecek. Bu uygulamanın amacı ise, tedavisi mümkün olmayan bazı kalıtsal hastalıkların ortadan kaldırılması olacak.

    10. Nanyang Teknoloji Üniversitesi'nden araştırmacılar, doğru bir frekansta yansıtılan lazer ışınlarının atomları yavaşlatabileceğini keşfetti.

    9. Diyabet hastaları için geliştirilen bu prototip, insanları her gün yapılması gereken iğnelerden kurtarma umudu taşıyor.Leeds Üniversitesi'nden bir ekip tarafından geliştirilen bu alet, kandaki glukoz miktarını lazer yardımıyla ölçmeye olanak tanıyor. Bu da diyabet hastalarının ileride daha az acı çekmesine olanak tanıyacak gibi görünüyor.

    8. Jorge Soto, kanserin erken teşhisi için bir cep telefonu uygulaması geliştirdi.Soto'nun geliştirdiği prototip, bir damla kan alıyor ve ışık yardımıyla mikroRNA'yı tarıyor. Bu da, belirli kanser türlerini teşhis etmeye olanak tanıyor. Cihaz, herhangi bir akıllı telefona bağlanarak çalışabiliyor.

    7. Yapılan son çalışmalara göre anılar, nesilden nesle aktarılabiliyor.Fareler üzerinde yapılan bir deneyde, bilim insanları, onları kiraz kokusundan korkmak ve kaçınmak üzerine eğitti. Ve bu farelerin torunları olduğunda, onların da içgüdüsel olarak bu kokudan kaçındığı kaydedildi. Bu bulgu, anksiyete, posttravmatik stres bozukluğu ve fobilere olan yaklaşımımızı değiştirecek gibi görünüyor...(assasing creed)

    6. Fareler üzerinde yapılan deneyler, genç bir fareden alınan ve yaşlı bir fareye nakledilen kanın, o farenin kaslarını ve beynini gençleştirdiğini gösteriyor.Kısacası genç kan, yaşlanmanın belirtilerini ortadan kaldırabiliyor. Bu bilginin ileride Alzheimer gibi hastalıkların tedavisini mümkün kılabileceği düşünülüyor.

    5. Kaliforniya Üniversitesi araştırmacıları, döteryum ve trityum kullanarak kontrollü bir füzyon reaksiyonundan enerji sağladılar.Ya da Türkçe söylemek gerekirse, füzyon, ileride sınırsız bir enerji kaynağı olarak hayatımıza katılabilir.

    4. Bilim insanları, HIV virüsünü ortadan kaldırabilecek bir aşı geliştirdi.Bu aşı, içerisinde yeni geliştirilmiş bir protein tipi barındırıyor ve virüsün hücrelere girmesini önlüyor.

    3. Yeni keşfedilen "Otavia Antiqua" adlı bu fosil, canlı yaşama dair bugüne kadar ulaşılan en eski örnek olma özelliği taşıyor.Bir kum tanesi büyüklüğünde olan bu canlının, 760 milyon yıl öncesine ait olduğu düşünülüyor. Bu, bugüne kadar ulaşılan en eski canlı ve bugün etrafımızda gördüğümüz tüm canlıların atası olma özelliğine sahip. Siz dahil...

    2. Jupiter'in uydusu Ganymede'in, Dünya'da bulunandan çok daha fazla suya sahip olduğu düşünülüyor.Hubble Teleskobu'yla elde edilen bu bilgi, uydunun yüzeyinin altında engin tuzlu okyanusların bulunduğunu ortaya koyuyor.

    1. Nörologlar tarafından gerçekleştirilen bir çalışma ile, farelerin beynine sahte anıların yerleştirilebildiği saptandı.Uyku halindeki farelere uygulanan bu yöntemin başarısı, uyandıktan sonra farelerin davranışlarında gözlemlenen değişimler ile ispatlanmış oldu.
    aaa
  6. dünyada geçmişten bugüne, insan aklının çözemediği, bilimin açıklayamadığı ve insanları dehşete düşüren, yaşanmış birçok olay var. her nedense, bu tarz paranormal olaylar, herkesin bir hayli ilgisini çekiyor. biz de buradan yola çıkarak, ilginizi çekebileceğini düşündüğümüz çok acayip bir olaydan bahsedeceğiz sizlere.

    işte “silent twins (sessiz ikizler)” olarak tüm dünyaya ün salmış, hayatınızda görüp görebileceğiniz en tuhaf ikizlerin, sizi hayrete düşürecek ve bugün bile gizemi çözülemeyen hikayesi.

    1963 yılında barbados’da dünyaya gelen june ve jennifer kardeşler, tek yumurta ikizleri.
    june ve jennifer kardeşlerin anneleri ev hanımı, babaları ise kraliyet hava kuvvetleri için çalışan bir teknisyen. ve ikizler dünyaya geldikten sonra gibbons ailesi, galler’a taşınıyor.

    bu ikizler doğdukları andan itibaren etle tırnak gibi birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar; o kadar ki, kendi aralarında kimsenin anlayamadığı özel bir dil geliştiriyorlar ve bu dile de “cryptophasia” ismini veriyorlar.
    ikizlerin arasında konuştuğu bu dili, çevrelerindeki kimse anlamıyor. taşındıktan sonra gittikleri okulda, sadece kendilerinin siyahi olması, dışlanmalarına sebep olunca da, bu dil iyice kuvvetleniyor; giderek daha anlaşılmaz bir hal alıyor.

    bu da yetmezmiş gibi, zamanla birbirlerinin verdiği anlık tepkileri bile taklit eder hale geliyor ve adeta birbirlerinin aynası oluyorlar…

    giderek birbirlerine daha fazla bağlanan ikizler, en sonunda küçük kardeşleri rose dışında hiç kimseyle konuşmamaya başlıyorlar.
    bu tehlikeli gidişat yüzünden, ikizler 14 yaşlarına geldiğinde, terapistleri onları ayırma kararı alıyor ve ikisi de farklı yatılı okullara gönderiliyorlar.
    ama nafile. bu ayrılık bile onları başkalarıyla iletişim kurmaya itmiyor. tekrar bir araya geldiklerinde, birkaç yıl boyunca kendilerini odaya kapatıp orada herkesten ve her şeyden izole bir yaşam sürüyorlar.
    hiçbir koşulda başkalarıyla iletişim kurmayan ikizler, en sonunda bir karar alıyorlar: “eğer bir gün, birimiz ölürse, diğerimiz normal bir hayat yaşayacak ve diğerleriyle konuşacak.'
    gibbons ikizleri, kendilerini odaya kapattıkları dönemde, pembe dizi tadında birçok öykü yazıyorlar. bu öyküleri bazen kardeşlerine sesli bir şekilde okudukları da oluyor… zamanla bu işi ciddiye alan ikizler, posta ile çalışan bir yaratıcı yazarlık kursuna da katılıyorlar ve çeşitli romanlar yazıyorlar.
    yazdıkları roman ve öykülerdeki korkutucu detaysa, karakterlerin oldukça tuhaf olan davranışları ve suça yatkınlıkları. sonrasında bu romanları dergilerde bastırmak istiyorlar ama bu girişimleri başarısızlıkla sonuçlanıyor.
    bu garip ikizlerin, ilerleyen yıllarda birbirlerini öldürme girişimleri de oluyor… biri diğerini radyo kablosuyla boğmaya; diğeri ise ikizini köprüden atmaya çalışıyor…
    jennifer ve june, daha sonra çeşitli suçlar işliyorlar ve 14 yıl boyunca kalacakları akıl hastanesine gönderiliyorlar. hastanede, yüksek dozda ilaç tedavisine maruz kaldıkları için jennifer’da zamanla bizim “tik” dediğimiz kendini tekrarlayan istemsiz hareketler oluşuyor.
    sonra kardeşlere verilen ilaçların dozu azaltılıyor; ki eskisi gibi öykü, roman yazabilsinler. ancak ikizler yazma yeteneklerini çoktan kaybettikleri için, bir daha herhangi bir şey yazamıyorlar.
    akıl hastanesine kapatılan ikizler için çeşitli basın organlarında “dahi ikizler konuşmuyorlar” şeklinde haberler yapılıyor…
    elbette, boş bir haber değil bu. hastanede yapılan zeka testlerinin referansıyla. yani ikizler gerçekten de, çok zekiler. bu haber sayesinde, haberi yapan marjorie wallece, ikizlerin tek arkadaşı oluyor.
    hatırlarsanız; ikizler yıllar önce bir anlaşma yapmışlardı… işte sonunda o anlaşmanın günü geliyor ve ikizler, aralarından birinin ölmesi gerektiğine karar veriyorlar…
    uzun tartışmaların ardından da jennifer, kendini öldürmeyi kabul ediyor. hatta bu kararlarını, tek arkadaşları olan wallace’ın kulağına şöyle fısıldıyor: “marjorie, ben öleceğim. karara vardık.”
    1993 yılı mart ayı… ikizler başka bir hastaneye transfer edilirken, yolculuk boyunca jennifer, june’un omzunda uyuyor. ve bir daha uyanmıyor.
    jennifer’i hemen hastaneye götürüyorlar. vücudunda hiçbir ilaç veya zehire rastlanmıyor.
    jennifer’ın ölüm sebebi, kalbinde oluşan ani bir patlama olarak tespit ediliyor ancak bunun nedeni hala gizemini koruyor…
    ikizlerin tek arkadaşı wallece, jennifer’ın ölümünden sonra june ile konşuşuyor. june’ın söyledikleri ise gerçekten tüyler ürpertici: bizler savaş yorgunlarıyız. uzun bir savaştı ve sonunda birimiz bu kısır döngüyü sona erdirdi. sonunda özgürüm. onun karanlık gölgesinden kurtuldum. nihayet jennifer benim için hayatından vazgeçti.”
  7. edit, yazar bu bir kurgudur diyor ancak ankara patlamasında şehit kağıt toplayıcısı çocuğun- ki pek kimse ve basın o çacuğu görmezden geldi lanet olsunlar- anısına yazılmış bir hikaye, aslı kadar gerçekliği var bu hayatın, bir yaşanmışlığı.
    bunu okuduğunuz da ufkunuz değil ama insanlığınız iki katına çıkacak.

    onun hikayesi bir yandan yaşadığı zorlukları iliklerimize kadar hissettirirken; bir yandan da onun bu zorlukları yaşamasına; kalbinin böyle kırılmasına sebep olanlardan birinin ben; ya da bu yazıyı okuyan sen olduğunu düşündürüyor.

    muhammet’in hikayesi, sizi üzmesin. çünkü buna hiç gerek yok. sadece ders olsun. herkese, hepimize; sana, bana. kimseye etiket yapıştırmamayı, görüntüye aldanmamayı, sokakta yürürken bir sadece bir kediye, bir ağaca değil; bir insana bakarken de “sevgiyle” bakabilmeyi öğretsin.

    adım muhammet. on dokuz yaşındayım. atık kağıtlar topluyorum ve kızılay`dan ulus`a kadar üç kez yürüyerek gidip geliyorum her gün.

    beş arkadaşımla kalıyorum iki göz odalı bir evde. onlar atık kağıt toplamıyor; mevlüt inşaatta çalışıyor mesela, hüseyin halde hamallık yaparken, sidar ve yunus ayakkabı boyacısı. aramıza bir arkadaş daha katıldı. adı abbas. çalışmıyor o, diyaliz hastası. abbas`a biz bakacağız.

    on üç yaşından beri kağıt topluyorum ankara`da. niğdeliyim. ilkokula başladığım yıl geldik ankara`ya. ortaokulu bitirebildim yalnızca; hep takdir alarak geçtim sınıfları.

    liseye yazdırmadı babam; sokağa saldı beni çalışıp da işe yaramam için. o gün bugündür sokaklardayım; çizgili, çizgisiz, kareli, beyaz ve rengarenk kağıtlar, kartonlar topluyorum.

    çalışmaya başladığım yıl babam terk etti bizi. kumar borcu vardı; çekti gitti bir sabah erkenden. ben geçindirdim evi. annem severdi beni, “aslan oğlum” derdi.

    yanaklarımı okşardı bazen. babam gideli dört ay olmuştu; komşular bir adam bulmuşlar anneme. kumar oynamazmış, namazında niyazında bir adammış. eşi vefat etmiş. iki kızı varmış adamın. anneme demiş, “sen kabulümsün, çocukların da kabulüm ama muhammet olmaz!” şaşırmış annem, “niye olmazmış muhammet, o da benim çocuğum” demiş. “iki kızım var; biri on iki yaşında, biri on dört yaşında. caiz değildir muhammet`le kızlarımın aynı hane içinde olması” demiş adam. üç kız kardeşim vardı ve çok düşkündük birbirimize. annem için kolay olmadı karar vermek. oturttu beni karşısına bir gece. “bak muhammet” dedi, “seni asla bırakmayacağım, ama bir süre dayınlarda kal oğlum.” sarıldı bana; o ağladı, ben ağladım…

    imam nikahı kıyıldı, dayımlara geçtiğimin ertesi günü. haftasına kalmadan annemi, kızlarını ve kardeşlerimi alarak memleketine götürmüş adam, kastamonu`ya. dayım dedi, “annenin emanetisin bana, burası senin de evin. arada bir gelip kalabilirsin muhammet!”

    on üç yaşındaydım, bana kalacak bir yer de ayarlamamıştı dayım. komşulardan, akrabalardan kimse demedi bana, “sana yardım edelim” diye.

    on üç yaşındaydım, ankara`daydım, bir başınaydım…

    altı yıldır görmedim annemi ve kardeşlerimi. bir çok kez niyetlendim kastamonu`ya gitmeye. dedim, “kovar beni o adam; göstermez bana ailemi.” anneme küsüm; istese bana ulaşabilirdi diye düşünüyorum. çok özlüyorum kardeşlerimi; hülya`yı, havva`yı ve hanife`yi… domino oynardık dördümüz. ben bir kere bile kazanmadım; “çocuk onlar, sevinsinler” derdim. ben de çocuktum oysa…

    yürürken, kağıt toplarken, sabahtan akşama bitap düşene kadar çalışırken hep yüzlerini seyrediyorum insanların.

    mesela, sevgililer geçiyor yanımdan ve erkekler beni görünce daha bir ötemden geçirtiyorlar kadınları. erkekler, kadınlar, muhafazakarlar, devrimciler, hippiler, ibo dinleyenler, metallica dinleyenler, kafka okuyanlar, dua kitapları okuyanlar, türbanlılar, mini etekliler, herkes öyle sevgisiz bakıyor ki bana; öyle incitici, öyle hoyrat olabiliyor ki herkes…

    ibo`yu bilmeme şaşırmadınız, ama metallica`yı ve kafka`yı biliyor olmam ilginç gelmiştir size belki.

    olgunlar sokak`taki seyyar kitapçılardan kitaplar alıyorum. milena`ya mektuplar`ı okudum kafka`dan, diğerlerini de okuyacağım. birçok kitap okuyacağım ben; nietzsche`nin “böyle buyurdu zerdüşt” kitabını çok merak ediyorum mesela, bir de oruç aruoba`nın şiirlerini. keşfetmem, okumam, sorgulamam gereken öyle çok yazar, hikaye, roman ve şiir var ki…

    kitapçılar bile önyargılı bana; emeği, vicdanı, barışı savunanlar bile beni gördüklerinde kıyıcı sözler söyleyebiliyorlar ve eminim onlara ürkütücü geldiğimden.

    ikinci el kasetlerim var; metallica kasetim de var, fikret kızılok kasetim de. annem, beni dayımlara yollarken teybi bana verdi, ”sıkıldıkça müzik dinle, ama sesini kıs ha” dedi. şimdilerde teybi son ses açıyorum metallica`yı dinlerken!

    adım muhammet. on dokuz yaşındayım. beni nefretle bakarken göremezsiniz; kabalaştığıma, etiketler koyduğuma, yaftaladığıma şahit olamazsınız. bir anlama çabam var; kendimi, annemi ve sizi.

    bir öğrenme çabam var; yeryüzünü, doğayı ve evreni. yazmaya da başlayacağım; sevgisizliği yazacağım önce çöp kutularından topladığım kağıtlara ve sevgisizliği yazdığım kağıtlar geri dönüşüme gidip sevgi olarak dönecek aramıza. sevgi`li insan dostlarım olacak kağıtlarda diriliveren; sevgiyle var olan canlar, kardeşler, halklar…

    kendimle ilgili bir çok projem var. mahkemeye başvurup adımı değiştireceğim. ali haydar mı olsa adım diye düşünüyordum, vazgeçtim; adım özgür olacak benim.

    kendime ait bir kütüphanem olacak sonra. atık kağıtlar topluyor olabilirim; işim gereği tenimden yayılan koku pis gelebilir size ama en sevdiğim koku kitap kokusudur.

    doğada bir başıma yaşama projem de var. yoruldum incitilmekten, ötekileştirilmekten, lanetlenmekten. tabiat ana`ya sığınmak istiyorum ve bunun için otlarla ilgili kitaplar alıyorum. otlarla beslenmek, otlarla iyileşmek, otlarla huzur bulmak istiyorum. doğada bir başıma yaşayacaksam otların bütün kerametlerini bilmem gerekiyor.

    böbrek yetmezliği var abbas`ın; benim kardeşim oldu abbas, kız kardeşlerimin yokluğunda. ona biz bakıyoruz ve abbas iyileşmeden tabiat ana`nın yanına gitmeyeceğim.

    kafka kırk bir yaşında ölmüş; onun kadar yaşasam yeter. kitaplar gibi kokmaktır özgürlük; otlardan sevgi büyüleri yapmak ve toprağa karıştığımda bir gün, tabiat ana`nın beni şefkatle anmasıdır…

    böyle buyurdu muhammet!.
    [listelist.com/kagit-toplayicisi-muhammet/?utm_campaign=bundlehaber&utm_medium=referral&utm_source=bundlehaber link]
  8. zaman zaman zor durumlarla karşılaşıp o sırada ne yapmamız gerektiği konusunda hiçbir şey bilmiyor ve sadece panik yapabiliyoruz. bu durumlara karşı önlem almak ve hakkında bazı şeyleri bilmek her zaman 1-0 önde olmamızı sağlar. gerçi o anlarda o panik yüzünden bunları düşünmek pek mümkün değil ama.

    1-sıklıkla karşımıza çıkan yazılarda kalp krizi geçiren kişilerin ilkyardım gelene kadar öksürmeleri öneriliyor. ama bu yarardan çok zarar getirebilecek bir öneri.

    kalp krizi sırasında öksürmek yalnızca aşırı kalp ritm bozukluklarında ve hatta kalp durması (kardiyak arrest) sırasında zaman zaman etkili olabilen bir yöntem. uygulandığı tek yer ise, yoğun bakımda yatan ve monitorize edilmiş (yani kalp ritmleri elektronik cihazlarla takip edilen) hastalar.

    kalp krizi sırasında öksürmek, yukarıda belirtilen şekilde gözlem altında olmayan kişiler için yarardan çok zarar getirebilecek bir öneri. kalp ritm bozukluğunun cinsine bağlı olarak, ritm bozukluğunu daha da ciddileştirme riski var. ayrıca ritm bozukluğu olmayan, sadece enfarktüs geçiren kişilerde, öksürmeye eylemi sırasındaki nefes tutma sırasında kana geçen oksijen miktarı azaldığından, öksürmek tam tersine enfarktüsü büyütmek ve kişinin ölümüne neden olmak gibi ciddi sonuçlara neden olabilir.

    2-düşmekte olan bir asansörden kurtulma oranı çok az olsa da bu durum anında yapabileceğiniz iki şey var.
    ayağınızın altına mümkün olduğu kadar eşya koyup üstüne çıkın. bunun sebebi de eşyaların çarpma sırasında size etki edecek kuvveti az da olsa absorbe edeceğidir. eşyanız yoksa, asansörün tutacaklarından kendinizi yukarı itmeye çalışın, çok etkisi olmaz ama en azından darbe daha hafif şekilde olur.

    3-bazı besinler ilaçlarla birlikte tüketildiğinde etkileşim gösteriyor. mesela greyfurtun, düzenli alınan ilaçlarla etkileşime girerek ciddi yan etkiler oluşturabilme riski var.

    greyfurtun içinde bulunan ve cyp23a4 olarak tanımlanan bir enzim mide-bağırsak yollarında bazı ilaçlarla etkileşime girerek bu ilaçların ya etkilerini azaltıyor ya da ilaçların kan dolaşımındaki etkisini tehlikeli seviyelere çıkarıyor.

    greyfurt ilaçların karaciğerde ve bağırsaklarda çözülme işlemini durdurarak aşırı doza yol açabiliyor.

    greyfurtun içindeki furanokumarin adlı kimyasal madde ilaçları çözen enzimleri öldürüyor. bu da ilacın vücudun kaldıramayacağı kadar büyük kısmının sindirim sisteminden çıkması anlamına geliyor.

    4-eğer ters akıntıya kapılırsanız kıyıya paralel şekilde yüzmeye çalışın. kıyıya doğru yüzmek sadece daha fazla yorulmanıza neden olur.
    5-vücudunuza bir şey saplandıysa çıkarmamalısınız.eğer bir nesne vücudunuza saplandıysa bir damara gelmiş ve onu tıkıyor olabilir. şikago tıp merkezi doktorlarından dr. david beiser ''eğer size saplanan şeyi çıkartırsanız deliği açabilir ve kan kaybından ölebilirsiniz.'' diyor.
    6-kabartma tozu yandığında karbondioksit dumanı çıkardığı için küçük ev kazalarında yangın söndürmede kullanabilirsiniz.
    tavadaki yağın alev alması veya elektrikli küçük ev aletlerinin neden olduğu yangınların üzerine bir avuç kabartma tozu atarak yangının büyümesini engelleyebilirsiniz.
    7
  9. Irklar üzerindeki araştırmalar üç büyük sonuç verdi. Birincisi ırklar arasında yalnız deri rengi, saç yapısı ve yüz ifadesi açısından değil düzinelerde de fark ortaya çıkar. Bu fark kemiklerin biçiminden, kulak kirinin kıvamına kadar ve vücut kimyasına kadar farklılık göstermektedir. İkinci sonucu insanın evrimsel başarılı oluşu, büyük genetik(kalıtsal) farklar göstermeye bağlıdır. Üçüncü sonuç ise, bir ırkı diğerlerinden ayıracak kesin bulgular yoktur.

    Irklar zamanla yerleşim yerlerini değiştirmiş ve başka kıtalarda diğer ırklarla bir araya gelerek evlilik yaşamış ve ırklar bu arada kaynaşmış oldu. Bazı uzmanlara göre aynı ırka mensup kişiler birbirleri arasında evlilik kurup çocuk sahibi olduğunda, kalite bozulmakta yani çocuğun başarılı ve çok özelliği bulunmamaktadır. Fakat ayrı ırktan çocuk sahibi olan bireylerin çocukları üstün yeteneklere sahip olmakta, her ırkında özelliklerini alarak başarılı ve çok yönlü bir çocuk olduğunu ve buna da melezlerin üstünlüğü adını vermişlerdir. Farklı oluş insanlara kuvvet ve elastikiyet kazandırdığı savunuyorlar. Deri rengi Avrupa’da kuzeyden güneye gidildikçe koyulaşır, İsviçrelilerin sarışın, İspanyolların esmer oluşu gibi. Kuzey Afrika da deri rengi koyulaşmaya devam etmektedir. Asya da ve kuzeyde sarışınlar bulunur. Güneye gidildikçe de zencileşir deri rengi. Bu yüzden Hindistan ve Afrika çok koyu renklere mensuptur. Bu deri farkların nedeni ise güneş ışınlarının derideki melanin pigmentini(boyasını) artırmasıyla ilgilidir. Derisinde fazla melanin bulunana siyah ırk ayrıca deri kanserinden de daha az etkilenir. Çünkü ultraviyole melanin ışınları emerek zararını azaltır. Kanser riskini en aza indiren bu madde siyah tenli kişilerde D vitamin eksikliğine bağlı kemik rahatsızlıklarına kapılma oranını artırır. Çünkü D vitaminin oluşması ultraviyole ışınları tutar. Bir başka sonuca daha varılmıştır.2.Dünya savaşı sırasında esmer Norveçliler, sarışın Norveçlilere göre daha çok dondukları görülmüştür. Siyah ırklar da gözün rengini veren tabaka(iris) ve ağ tabaka da daha fazla pigment bulunur. Bunun için bu tür gözler kırmızı rengi göremezler. Avrupalıların gözleri açık renkli olduğundan kırmızı rengi çok iyi görmektedirler.

    Soğuk ve kuru iklim insanların burnu, sıcak ve nemli iklimlere göre daha sivri ve uzundur. Burun bu şekilde yüzeyini, genişleterek havayı daha iyi ıstır ve nemlendirir. Beyazların burnu siyah ırka göre daha uzun ve sivridir. Kuzeyin insanları tropik bölgelere göre, kol, bacak ve gövdesi daha kısadır. Afrikalılar ise ince uzun kol ve bacağa sahiptir. Afrikaların saçları kıvırcık ve dalgalıdır. Zencilerin dudakları da çok kalındır. Irklarda kulak kiri bile farklı özellik taşır. Yaş yapışkan, kuru, gevrek diye nitelendirilen kulak kiri çeşidi, Kuzey Çin’de %98, Amerika beyazlarda %16, Amerika zencilerde %7 rastlanıyor. Ter bile ırktan ırka fark ediyor. Ter bezleri beyaz ırkta koltuk altı ve üreme bölgelerinde iken, siyah ırkta göğüste ve karında bulunur, ayrıca siyah ırkın kendine has ter kokusu mevcuttur. Avrupalılar, vücudu en kötü kokanlar arasında ilk sırayı alır.
    elif açıkgöz
  10. Uçakta kara kutu nasıl işliyor?

    Uçaklarda uçuşa dair ayrıntılı bilgiler içeren kara kutular çok eski teknolojiye dayansa da hala önemini koruyor.
    Mayısta Akdeniz'e düşen Mısır Havayolları uçağının yerini tespit etmek neredeyse bir ayı bulmuştu. Uçağın düşme nedenine dair önemli bilgiler içeren kara kutunun 3000 metre denizin dibinde bulunması ise birkaç günü almıştı.

    Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA'nın yeryüzünden on milyonlarca km uzaktaki Mars'a uzay aracı gönderdiği bir çağda, ticari hava yollarının kara kutusunu bulmak neden hala zor?

    Fakat her şeye rağmen, eski teknoloji olsa da kara kutu etkili ve gerekli bir cihaz olmaya devam ediyor.

    Kara kutu nedir?

    Uçuşa dair her tür veriyi kaydeden kara kutular ayakkabı kutusu büyüklüğünde ve yaklaşık 5 kg kadardır. Çarpma etkisini asgariye indirmek için uçağın kuyruk kısmında yer alır. Kutudaki sinyal sistemi suyla temas halinde devreye girer ve kutunun bulunması için 90 gün boyunca ve 6000 metre derinliğe kadar sinyal verir.

    ABD Federal Havacılık Dairesi FAA, uçakların düşmesi halinde araştırmacıların işini kolaylaştırmak için uçaklara iki kara kutu taşıma zorunluluğu getirmiştir. Bunlardan biri, uçağın son 25 saatindeki konum, yükseklik hız gibi 88 farklı alanda uçuş bilgilerini içerir. İkinci kutu ise kokpitteki son iki saatlik ses kaydını.

    Veri kaydına ait kutudan kazanın nasıl olduğu, kokpitteki ses kaydından ise nasıl olduğuna dair bilgi edinilir.

    Adı kara kutu olsa da kutular aslında siyah değil parlak turuncu renktedir. Bütün bilgiler hafıza çiplerine kaydedilir. Bunları dış etkilerden korumak için kutular iyi yalıtılmıştır. Dışı titanyum ya da çelik kaplı kutunun içinde yüksek ısıya karşı dayanıklı 2-3 cm kalınlığında bir yalıtım sistemi, onun da altında alüminyum kaplama vardır.

    Isıya ve suya dayanıklı

    Çarpma etkisine karşı özel koruma testlerinden geçen kutu 1100 derece ısıda bir saat, tuzlu suda 30 gün dayanacak şekilde yapılmıştır. Kara kutunun içerdiği bilgi çarpma sonrasında da kullanılabilir ve işe yarar olduğu içindir ki bu teknoloji bugün bile geçerliliğini koruyor.

    Bu bilgi sayesinde düşme nedeni tespit edilip yeni önlemler ve düzenlemeler için gerekli adımlar atılabiliyor.

    Yolcu uçakları için kara kutu zorunluluğu ilk kez ABD'de 1958'de gündeme geldi. Havilland Comet adlı ilk ticari yolcu uçaklarının üst üste düşmesi buna neden olmuştu.

    Daha sonra ise jet yolcu uçaklarının gövdesi havada basınç değişikliğine dayanamayarak parçalanıyor, uçaktaki herkes ölüyordu. Uzmanlar bunun nedenini anlamaya çalışıyor, ama yeterli bilgiye ulaşamıyordu.

    Kara kutu tarihi

    İlk kara kutular sadece pusula konumu, yükseklik, hız, zaman ve dikey alçalmaya dair bilgi içeriyordu. Bunlar metal çubuklar üzerindeki izlerden tespit ediliyordu. 1960'larda ABD hükümeti kokpit ses kaydı zorunluluğu da getirdi. O zamanlar ise bu veriler manyetik teyplere kaydediliyordu.

    1980'lerde dijital havacılık elektroniğinin devreye girmesiyle uçuşla ilgili çok daha fazla bilgi toplamak mümkün oldu. Hafıza çipleri ise bütün bu verilerin depolanması sorununa çözüm getirmişti.

    30 yıl sonrasında teknoloji hızla ilerlemişken biz hala kara kutu kayıtlarına ulaşarak uçak kazalarıyla ilgili bilgi edinmeye devam ediyoruz.

    Kara kutunun hasar gördüğü ya da bulunamadığı bazı ender durumlar da olur. MH370 uçuş sayılı Malezya Havayolları uçağı ile 11 Eylül 2001'de New York'taki ikiz kulelere çarpan uçakların kara kutusu bulunamamıştı.

    Kara kutu bulunduğunda genellikle kaza nedenine dair veriler ortaya çıkar. Mart 2015'te Germanwings uçağının Fransa'da Alp Dağları'na çakılmasının ardından, kara kutudaki bilgiler pilotun kasıtlı olarak alçaldığını ve dağa çarpmadan önce hızlandığını gösteriyordu. Ses kayıtları ise "Tanrı aşkına, aç kapıyı!" sözlerini ve yolcuların çığlıklarını duyuruyordu. Bütün bunlardan yardımcı pilot Andreas Lubitz'in pilotu dışarı çıkarıp kokpiti kilitlediği ve uçağı kasıtlı olarak dağa çarptığı sonucuna varıldı.

    Yeni öneriler

    Fakat bunlar 90'ların teknolojisi. Yeni alternatifler üzerinde de çalışılıyor. Örneğin bazı askeri uçaklarda çarpma anında uçaktan fırlayıp çıkan kayıt cihazları deneniyor. Bazıları ise kokpit videoları öneriyor. Fakat pilot sendikaları mahremiyet ve kaza halinde ailenin izlemek zorunda kalması gibi nedenlerle buna karşı çıkıyor.

    Uçaklarda yeni bir sisteme geçmek tüm havayollarının bütün uçaklarında yeni düzenlemelere gitmek zorunda kalması demek. Uydu üzerinden anında bilgi akışı ve depolanması seçeneği ise oldukça pahalı bulunuyor.

    FAA uçuş kayıtları bakımından yakın zamanda herhangi bir değişikliğe gitmeyi planlamıyor. Fakat "uçak kazalarının araştırılması ile ilgili yeni teknoloji konusunda bu sektördeki şirketler ve uluslararası ortaklarla çalışıldığı" söyleniyor.

    Değişim yavaş olsa da geliyor gibi görünüyor. Merkezi Kanada'da olan ve Birleşmiş Milletlere bağlı Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO), birkaç yıl içinde havayollarına normal uçuş halinde 15 dakikada bir, sıkıntılı durumlarda ise dakikada bir uçaklarını izleme zorunluluğu getirmeyi öngören yeni düzenlemeler yaptı.

    ICAO'ya üye ülkeler bunun gereklerini yerine getirecek yasal düzenlemeleri yapmak zorunda.

    Bazı havayolu şirketleri ise bağımsız girişimlerde bulunuyor. Fransız uçak şirketi Airbus geçen yıl, fırlatılabilir kayıt kutularının onaylanması için Avrupa Havacılık Güvenliği Ajansı'na baskı yaptığını açıklamıştı.

    Fakat öyle görünüyor ki kara kutu bir süre daha kullanılmaya devam edecek. Uçağın düşmesi ardından ister dağda ister okyanus diplerinde bulunmaya ve kaza nedenine dair hayati bilgileri içermeye devam ettiği sürece kara kutu bir yere gidecek görünmüyor. lale and dilek